top of page
Yazarın fotoğrafıelif meryem ünsal

The Crown'ın Demir Leydisinin sesinden neden bu kadar etkileniyoruz?

Güncelleme tarihi: 1 Ara 2020

Oyuncular bir karakter yaratırken karakterin sesini ve konuşma biçimini nasıl oluştururlar? Daha önemlisi biz dil ve konuşma terapistleri onların bu yaratım süreçlerinden ne öğrenebiliriz? Pek sevdiğim The Crown dizisininin dördüncü sezonu yakınlarda Netflix tarafından yayınlandı. Bu sezon karşımıza çıkan, İngiltere’nin “Demir Leydi” lakaplı ilk ve tek kadın başbakanı Margaret Thatcher’ı canlandıran Gillian Anderson o kadar başarılı bir iş çıkarmış ki günlerdir zihnimde onu ve oyunculuğunu evirip çeviriyorum. Bu yazıda Gillian Anderson’ın Thatcher’ından yola çıkarak karakterin ses ve postür açısından bir profilini çıkartacak ve ses-omurga ilişkisi ekseninde bir ses terapisti olarak kendi pratiğimi sorgulayacağım.




Sezon boyunca Thatcher’ı kraliçeyle, siyasetçilerle veya ailesiyle konuşurken görüyoruz. Karakterin düşük perdeli, oldukça nefesli ve pürüzlü bir sesi var. Bunun yanı sıra kapalı bir çeneyle, oldukça yavaş ve monoton bir konuşma stiliyle konuşuyor. Oğlunun çölde kaybolduğu bölümde üzüntü ve yorgunluktan sesinin perdesinin daha da düştüğünü ve çatladığını duyuyoruz. Esquire’da yayınlanan bir yazıda yazar Gillian Anderson’ın sesinin çok gergin olduğunu hatta “ölmeye yakın” bir insan gibi çıktığı eleştirisinde bulunmuş. Gerçekten de Thatcher’ın gerçekte başbakan seçildiği zamanki yaşından çok daha yaşlıymış imajı yaratan bir ses bu. Genellikle karakter çözümlemesini iyi yapamayan oyuncular veya kendinden pek de emin olmayan ama kendinden eminmiş gibi görünmek isteyen insanlar otoriter ve buyurgan bir havaya bürünmek istediklerinde seslerini kalınlaştırıp bağırarak konuşmaya başlarlar. Emirleri bağırarak verirler, itirazlarını bağırarak yaparlar, hızlı hızlı konuşurlar. Demir Leydi Thatcher ise karşısında kraliçe de olsa partisinin kodaman üyeleri de olsa sesini yükseltmeden, yavaş, ve sert bir tonda konuşuyor ve o soğuk otoritesini kesin bir şekilde hissettiriyor.


Ancak oyuncunun oluşturduğu karakterin sesinden bahsedeceksek omurgasına değinmeden olmaz. Hatta ilk başlangıç noktamız omurgayı nasıl biçimlendirdiği olmalı. Ünlü oyuncu koçu Kristine Linklater’ın “Freeing the Natural Voice” kitabının ilk bölümü omurga ile başlar. Linklater’a göre oyuncunun doğal sesini bulabilmesi için önce belin, üst sırtın ve boynun doğru hizalanması ile işe başlanmalıdır.



“…. you will find that the efficiency of the vocal apparatus depends on the alignment of the body and the economy with which it functions.”
“…. vokal aygıtın verimliliğinin vücudun hizalanmasına ve (vokal aygıtın) içinde işlev gösterdiği ekonomiye bağlı olduğunu göreceksiniz.”



Gillian Anderson’ı izlerken de dikkatimi çeken ilk şey omurgasını nasıl kullandığı oldu. Omurganın hafif kamburluğu, gövdesinin hareketlerinin neredeyse bir omurilik rahatsızlığı olduğunu düşündürecek kadar sert ve katı oluşu hemen ilk göze çarpan özellikler. Konuşurken boynunu sağa ve öne doğru eğiyor, gözlerini karşısındakinin gözlerine kilitliyor ve konuşmasının vurgularına kesin, sert baş hareketleriyle eşlik ediyor. Demir Leydi’nin sertliğini, amansızlığını, tartışmada asla kaybeden taraf olmayı kabul etmeyeceğini daha duruşunu görmekle bile anlıyoruz. Evet, belki gerçek Margaret Thatcher’ın bu kadar belirgin bir postürü yoktu ama oyuncu canlandırdığı karakterin hiç de “esnek” birisi olmadığını seyirciye karakterin omurgasının katılığıyla çok başarılı bir şekilde aktarıyor ve karakteri bir taklit olmaktan öteye taşıyıp özgünleştiriyor.


New York Times’da okuduğum bir yazıda oyuncu Gillian Anderson karakterinin sesine nasıl hazırlandığını şöyle aktarıyor:


“I always feel that to the best of one’s ability you’re trying not to mimic, because mimicking can sometimes feel shallow. I was trying to find a place where the voice sat within my voice, so that it didn’t feel like it was too stretched or over the top, or like it was an impression or a parody. You can only do as much as you can do, and then you just kind of have to let go.”
“Her zaman taklit etmemeye çalışmanın en iyisi olduğunu düşünmüşümdür çünkü taklit etmek bazen sığ hissettiriyor. Çok gergin veya abartılı olmaması için ya da taklit veya parodi gibi hissettirmemesi için sesin kendi sesimde oturabileceği bir yer bulmaya çalıştım. Ancak elinden geleni yapabilirsin, sonrasını akışa bırakmak gerekir.”


The Late Night Show With Stephen Colbert programına konuk olan oyuncu karakterin sesini nasıl oluşturduğu sorulduğunda Thatcher’ın sesinin nefesli bir ses olduğunu, kendi ses perdesinden daha düşük olduğunu ve karakterin sesini oluştururken üst dudaklarını dişlerinin biraz üzerine çektiğini söylüyor. Program için küçük bir canlandırma da yapıyor. 3.22’den itibaren karakteri canlandırmaya başladığında sesi verirken boynunun hareketlerine bakın. Karaktere girerken boynunun nasıl öne ve yana doğru eğildiğini, boynunun hareketlerinin konuşma biçimiyle ne kadar ahenk içinde olduğuna dikkat edin. Bu sesi bu postüre girmeden üretmesi mümkün olur muydu?


Genelde oyuncular bir rol aldıklarında önce karakterin sesini oturturlar, sonra yavaş yavaş karakterin duruşu, yürüyüşü, oturuşu oluşur. ODTÜ Oyuncularındaki ikinci senemde topluluğumuzun eskilerinden ve bizim için bir efsane olan tiyatro yönetmeni Abdullah Bülent Acar bir atölye gerçekleştirmişti. Bu atölyede farklı postürleri birbirine bağlamaya ve aradaki geçişleri yumuşatarak sahnedeki hareketlerin akıcılığını arttırmaya çalışmıştık. Bir yandan da omurganın farklı şekillerinin sesle olan ilişkisini araştırmıştık. O atölyede kendim de deneyimleyerek, keşfederek bulduğum şey şu olmuştu: sesten önce karakterin omurgası oturtulmalıdır. Karakterin postürünü bulduğunuzda doğru sesi oluşturmanız için çabalamanız gerekmeyecek ve doğru ses zaten kendiliğinden gelecektir.



 

Doğal yaşlanma sürecinde menopoz sonrasında östrojen salınımı azalan bireylerde ses perdesi düşer, bireyler giderek daha tok ve kalın bir sese sahip olurlar. Ayrıca yaşla birlikte tüm vücutta olduğu üzere ses tellerini oluşturan kas kütlesinde de düşüş gerçekleşir ve ses tellerinde yaylanma (bowing) dediğimiz bir kapanma kusuru ortaya çıkabilir. Bu durum sesin daha nefesli ve kısık olmasına, ses tellerinin eskisi gibi titreşememesine neden olur. Yaşlılık döneminde görülen bu ses sorununa presbifoni denilir.

 


Böyle bir hastayla karşı kaşıya kalsam ne yapardım?


Thatcher dizideki haliyle, kobalt mavisi döpiyesi ve elinden eksik etmediği minik çantasıyla çıkıp gelse ve DİLKOM’a ses değerlendirmesi için karşıma otursa ne yapardım? Otoriter tavrıyla sesinin son zamanlarda çok çatallandığını ve mecliste yaptığı konuşmalarda arka sıralarda oturan parti üyelerinin onu duymakta zorlandığını, konuşmalardan sonra boğazında ağrı olduğunu söylese? Sesin nefesliliğini ve yaşını göz önünde bulundurarak presbifoniden şüphelenip önce bir KBB muayenesi isterdim ve terapi planı için kolları sıvardım. Ses terapisinde ister siyasetçi, oyuncu, öğretmen veya ev hanımı olsun, bütün hastalarımızda ilk önce doğru duruş ve solunuma çalışarak başlarız. İşte bu basamağın önemi de tam olarak omurgayla sesin birbirinden ayrılmayan ilişkisinde yatar. Duruşu değiştirmeden sesi değiştiremezsiniz. Ancak duruş ve ses yıllar yılı insanların aynı kendi karakterlerini inşa eder gibi inşa ettikleri iki temel şeydir. Değiştirmesi bir o kadar zordur ve terapinin başarısı için bir o kadar da elzemdir. Omurganın doğru duruşu, boynun ve başın onu takip edişi olmadan doğru sesi arayışımızda kayboluruz. Ne kalıcı bir sonuç elde edebiliriz ne de kişinin o kendine has, doğal sesini keşfedebiliriz. Elde edeceğimiz şey zorlama sesler bütünü olacaktır. Hasta keşfettiği yeni sesin doğallığını, rahatlığını ve esnekliğini hissedebildiği ölçüde değişimi kabul etmeye hazır olacaktır. İşte bu nedenle de en çetin mücadelemi savaşın en başında vereceğimi bilerek diğer hastalarımla da olduğu gibi Thatcher’la da önce dik postür ve doğru solunumla başlardım ve en az onun kadar kaybetmeyi sevmeyen bir terapist olarak kazanana kadar durmazdım.



Gillian Anderson’ın ödülleri silip süpüreceği şimdiden çok belli. Yeniden evlere kapandığımız şu günlerde eğer izlemediyseniz The Crown’ı muhakkak izlemenizi öneriyorum. Belki diziyi izlerken karakterlere bir de bu gözle bakarsınız ve oyuncuların ortaya koyduğu performansın çok katmanlılığını takdir edersiniz.




*Metin içerisindeki çeviriler kendime ait.

286 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page