top of page

Farklı dilleri konuşan insanlar farklı mı düşünür?



<a href='https://www.freepik.com/vectors/people'>People vector created by freepik - www.freepik.com</a>


Büyürken sağınızı solunuzu öğrenmekte zorlanmış mıydınız? Sağınıza sarımsak solunuza soğan asmanızı söyleyen olmuş muydu? Peki sizce “sağ-sol” kadar basit, temel bir kavramı BÜTÜN dillere çevirebilir miydik? Yoksa “masa benim sağımda”, “solumda bir kedi var” gibi cümleler dünyanın öbür ucundaki bazı insanlar için tamamıyla anlamsız olabilir mi?


Size burun ameliyatı olan bir kişinin “öncesi-sonrası” fotoğraflarını versem, sağdan sola doğru mu dizerdiniz yoksa soldan sağa mı? Bir kişinin bir gününü anlatan bir dizi kart versem ve olay sıralamasına göre dizmenizi istesem yukarıdan aşağıya doğru, hatta doğudan batıya doğru dizmek hiç aklınıza gelir miydi?


Bir olayı başkasına anlattığınızda haberin kaynağının kim olduğunu belirtir misiniz? Yahut bir başkasının anlattıklarını dinlerken onu durdurup, bunu sen mi gördün yoksa başkasından mı duydun, diye sormak zorunda kalır mısınız? Yoksa Türkçe bunu zaten bizim için yapıyor mu?


Son olarak şunu sormak istiyorum: Farklı dilleri konuşan insanlar farklı mı düşünürler? Hiç konuştuğunuz dilin sizin düşünce yapınızı şekillendiriyor olabileceğini düşünmüş müydünüz? Yaklaşık 4-5 sene önce Guy Deutscher’in Dilin Aynasından isimli kitabını okuduğumda dünyanın farklı dillerinden verilen örnekler karşısında kendimi bu soruyu sormuştum ve Türkçeye özgü olup bizim düşüncemizi şekillendiren dilbilgisel kurallar neler olabilir diye ufak bir araştırma da yapmıştım (“Bilginin Kaynağı” alt başlığında Türkçe ile ilgili örnekleri toparladım). Dilbilimciler dilin bilişi şekillendiriyor olup olamayacağı sorusunu uzun zaman önce sordular ve hatta bununla ilgili bir teori bile ortaya atılmış: Sapir-Whorf Teorisi


Sapir-Whorf Teorisi


Dilbilimciler Edward Sapir ve Benjamin Lee Whorf 1930’larda farklı dilleri konuşan insanların dünyayı farklı algılamaya ve farklı düşünmeye yatkın oldukları yönünde bir teori ortaya attı. Ancak bu görüşlerini destekleyecek yeterli kanıtları olmadığından zamanla bu teori gözden düştü (Açıkçası o yıllarda altın çağını yaşayan ırkçılık nedeniyle de bu fikrin terk edilmiş olabileceğini düşünüyorum. Daha “ilkel” halkların basit diller konuşup basit düşündüğü gibi yorumlanarak kötüye kullanılmaya açık bir yönü olabileceğini düşündürmüyor değil.)


Ancak sonrasında farklı dillerde yapılan araştırmalar dilin gerçekten de insan zihni üzerinde etkisinin olabileceğini gösterdi. Belki 19. ve 20. yüzyıl entelektüellerinin düşündüğü şekilde değil ama dilin yapısının insanları belirli şeyleri düşünmeye “zorunlu bıraktığı” ortaya çıktı. Bu zorunlulukların neler olduğuna bazı araştırma sonuçlarından örnekler vereceğim. Oldukça ilginç sonuçları olan bu araştırmaları önemsiyorum çünkü genelde kendi durduğumuz noktayı “nötr”, “herkesçe kabul edilen” gibi algılamak yönünde bir eğilimimiz var. Ancak dünyanın öte yanındaki insanların “normal”i bizden çok farklı olabilir. Bunu fark etmek de aslında insan zihninin ne kadar geniş olanaklara sahip olduğunu göstermesi açısından çok özgürleştirici bir yana sahip. Haydi zihnimizi bir esnetelim ve büyük ihtimalle adını dahi ilk defa duyacağınız dilleri konuşan insanların dünyasına dalalım.


Yön

Sağ-sol kavramı bütün dillerde var mıdır?



<a href="https://www.freepik.com/photos/offer">Offer photo created by wayhomestudio - www.freepik.com</a>


Şimdi gözlerinizi kapatın ve güneşin nereden doğduğunu göstermeye çalışın. Yapabildiniz mi? Eğer Guugu Yimithirr dilini konuşmuyorsanız büyük ihtimalle gösteremediniz. Halbuki 5 yaşında Guugu Yimithirr dilini konuşan herhangi bir çocuk ağaçta ters dururken bile rahatlıkla bunu yapabilir ve sizin yapamadığınızı gördüğünde büyük şaşkınlık yaşar. Peki şimdi de dün akşam yediğiniz yemeği düşünün. Tabağınız nerede duruyordu? Gözlerinizi devirip benim deli olduğumu düşünmeye başlayarak “nerede duracak, tabii ki tam önümde duruyordu!” mu diyorsunuz? Hayır, ben coğrafi yönlerden hangisi olduğunu öğrenmek istiyorum, kuzeyde miydi, güneyde miydi, doğu veya batıda mıydı? Bir önceki soruda şüphelenmeye başladınız ama artık delirdiğim konusunda eminsiniz. Bu soruyu çok büyük ihtimalle “nereden bileyim?” diye yanıtladınız. Ancak az önce bahsettiğim Guugu Yimithirr dilini konuşan küçük çocuk dün akşamki tabağının da bir önceki yaş gününde yediği yemeğin tabağının da hangi coğrafi konumda olduğunu şaşmaz bir kesinlikle söyleyebilirdi. Bu müthiş beceriyi mümkün kılan nedir?




Guugu Yimithirr dili Avustralya’nın kuzeybatısında konuşulan bir dildir.


Guy Deutscher’in muhteşem kitabı Dilin Aynasından’da anlattığına göre Avustralya’nın yerli bir dili olan Guugu Yimithirr’de sağ, sol, ön, arka, şurası, burası, orası gibi sözcükler yoktur. Konuştukları dil konumla ilgili bilgiyi her zaman doğu, batı, kuzey, güney olarak bildirmelerini gerektirir. “Kuzeydeki elini uzat”, “Birazcık güneydoğuya doğru kay” gibi cümleler bizim için ne kadar kulağa garip gelse de bu dilde oldukça olağandır. Dilin bir gerekliliği olarak sürekli güneşin ne yönden doğduğunu takip etmesi gereken Guugu Yimithirr konuşucuları gözleri kapalıyken, hatta penceresiz bir odadayken bile yönleri hatasız bir şekilde belirterek konuşabilirler. Hatta televizyonda izledikleri bir oyuncunun hareketlerini anlatırken size televizyon ne yöne doğru bakıyorsa oyuncunun hareketlerini o şekilde anlatacaklardır. Örneğin eğer salonlarında televizyonun yüzü batıya bakıyorsa, bir önceki gün izledikleri Aşk-ı Memnu bölümünde Behlül’ün kameraya doğru yürüdüğünü anlatırken “Behlül batıya yürüdü” şeklinde söyleyeceklerdir. Eğer Guugu Yimithirr konuşan bir çocukla resimli kitaplara bakıyorsanız ve “Balık nerdeymiş?” diye soruyorsanız size balığın konumunu kitabın baktığı yöne göre söyleyecektir: “Balık balinanın güneyinde”. Kitabı ters çevirirseniz bu sefer size “Balık balinanın kuzeyinde” diyecektir.




Balık balinanın üstünde mi balık balinanın kuzeyinde mi?


Bu dili konuşan halk sağ-sol, ön-arka kavramını anlayamaz mıydı? Tabii ki anlayabilirler ve anlıyorlar da! İngilizce gibi bir başka dili konuşurken rahatlıkla bu kavramları kullanabiliyorlar. Ancak konuşmaya başladıkları andan itibaren neredeyse her cümlelerinde coğrafi yönleri belirtmeleri gerekli olduğu için güneşin konumunu diğer herhangi bir dili konuşan insanlar kat be kat daha hızlı biçimde, hatta hiç düşünmeksizin gösterebiliyorlar. Her zaman örtük bir biçimde yüzlerinin hangi yöne dönük olduğunun farkındalar. Bunu yapmalarını sağlayan yerli halkların bizden “farklı bir zihne” sahip olmaları değil, konuştukları dilin “zihinlerinin farklı kaslarını” çalıştırmalarını gerektirmesidir. Bu noktada şunu merak etmeden duramıyorum: Acaba namaz kılan kişilerin kıble yönünü bilmelerinden ötürü coğrafi yönleri saptama hızları Guugu Yimithirr konuşanlarla Müslüman olmayan İngilizce konuşan kişiler arasında ortada bir yerde olabilir mi?



Zaman

Zaman nereden nereye akar?


Size haftanın günlerinin yazılı olduğu kartlar versem günleri soldan sağa doğru dizerdiniz. Karışık halde sayılar verip küçükten büyüğe dizmenizi istesem soldan sağa doğru yazardınız. Yahut aşağıdaki yenmiş elma resimlerini dizmenizi istesem yenip bitmiş elma en sağda olacak şekilde resimleri soldan sağa doğru dizerdiniz. Nitekim geçen hafta instagram sayfamda aşağıdaki elmaları paylaşmıştım ve insanlara baştan sona nasıl sıralayacaklarını sormuştum ve insanların %85’i soldan sağa sıraladılar (sağdan sola sıralayan 4 kişi vardı, acaba onların zihni nasıl çalıştı? :) ). Anadili Arapça veya İbranice olan insanların tam tersi şekilde davranacaklarını biliyor muydunuz?




Bu sıralamaları “doğru” sıralama yapan nedir?


Arapça ve İbranicede yazı sağdan sola doğru yazılır. Yalnızca Arapça okuma yazma bilen kişiler çok baskın biçimde sayıları sağdan sola doğru dizerken, Arapça-İngilizce her iki dilde de okuma yazma bilen kişilerde bu kadar güçlü bir tercih görülmemiştir, bazıları sağdan sola bazıları soldan sağa doğru dizerler. Öte yandan anadili Arapça olup okuma yazma bilmeyen kişilerde sağdan sola dizme gibi bir tercih hiç yoktur! (Zebian’dan [2005] aktaran Fuhrman & Boroditsky, 2010).


Sayı ve sözcüklerde bu durum beklendiktir çünkü defterlerine defalarca bu şekilde yazmış ve bu şekilde okumuşlardır. Ancak şaşırtıcı olan şu ki olayları zaman sıralamasına koymaları istendiğinde de sağdan sola dizme eğilimi devam eder! Arapça ve İbranice konuşan kişiler elmaları sağdan sola doğru dizerler. Yahut bir kişinin gençlik ve yaşlılık fotoğrafları verildiğinde en genç fotoğraf sağdan başlayacak şekilde dizim yaparlar (Fuhrman & Boroditsy, 2010).




Eğer yazı sistemimiz sağdan sola doğru olsaydı “doğru” dizilim sizin için böyle olacaktı


Standford Üniversitesi Psikoloji bölümü öğretim üyesi Lera Boroditsky, burada belirleyici olan faktörün dillerin yazım sistemi olduğunu söylüyor. Yazım yönü (sağdan sola veya soldan sağa) zaman akışının ne yöne doğru olduğunu düşünmemizi etkiliyor. Bu nedenle Türkçe, İngilizce gibi dillerde biz soldan sağa doğru yazdığımız için zamanın da soldan sağa doğru aktığı hissine kapılıyoruz. Halbuki anadili Arapça veya İbranice olup sağdan sola doğru yazı yazan bir kişi tam tersine, zamanın soldan sağa doğru aktığı hissiyle hareket ediyor. Okuma yazma bilmeyen kişiler veya henüz okula gitmemiş küçük çocuklar ise böyle bir akış yönünü hiç umursamıyorlar bile!


Pormpuraaw’da Kuuk Thaayorre dili konuşulmaktadır.


Peki tam da bu noktada işleri (ve kafanızı) daha da karıştırmak adına size Avustralya’nın bir başka yerli dili olan Kuuk Thaayorre’den örnek vereceğim. Avustralya’nın kuzeybatısındaki Pormpuraaw’da konuşulan Kuuk Thaayorre dilini konuşanlar da Guugu Yimithirr dili konuşanlar gibi sağ-sol, ön-arka gibi sözcükler yerine doğu, batı, kuzey, güney sözcükleriyle varlıkların konumlarını ve hareket yönlerini belirtirler. Boroditsky’nin yürüttüğü bir araştırmada şöyle ilginç bir sonuca ulaşılmış: Kuuk Thaayorre konuşucuları olay dizilerini ve zamanı her zaman doğudan batıya doğru tarif ediyorlar! Eğer kuzeye bakarak oturuyorlarsa olay sıralamasını sağdan sola doğru yapıyorlar. Eğer batıya bakarak oturuyorlarsa bu sefer de olay sıralamasını önden arkaya kendilerine doğru uzanacak şekilde yapıyorlar! Yani kişi ne yöne dönerse dönsün “ilk olay” muhakkak doğudan başlıyor (Boroditsky & Gaby, 2010).

Eğer Kuuk Thaayorre konuşan bir kişi batıya bakarak oturuyorsa kartları masaya böyle dizecektir.



Boroditsky ve Gaby’nin (2010) dediğine göre:


“Soyut veya elle tutulmayan varlıkların zihinsel temsillerini oluşturabilmek için insanlar daha elle tutulabilir veya somut alanlar için geliştirdikleri temsilleri ödünç alırlar. Eğer durum böyleyse, (örneğin uzam hakkında) farklı temel temsiller oluşturan insanlar daha soyut veya (örneğin zaman gibi) elle tutulup gözle görülmeyen varlıklar hakkında da farklı düşünüyor olmalıdır.”

Gerçekten de Kuuk Thaayorre’den verilen örnekte kişilerin zamana dair algılarını etkileyen şey yazı sistemi değil, güneşin hareketleri. Kuuk Thaayorre konuşan kişiler zamanın akışını güneşin doğup batmasıyla ilişkilendiriyorlar. Büyük ihtimalle yazılı dile geçişleri bizden çok daha sonra olduğu için yazım yönü-zaman gibi bir eşleştirme yapmadılar. (Bu arada eğer merak ediyorsanız, şuradan ulaştığım bilgiye göre Latin alfabesi kullanıyorlarmış.)



Bilginin kaynağı

Sen mi gördün yoksa başkasından mı duydun?






Yukarıda alıntıladığım Ekşisözlük girdisine bakarsak İngilizce dilbilgisi yazarın sinirini biraz bozmuş. Çünkü İngilizce konuşan insanlar her şeyi görmüşler gibi anlatıyorlar… mı acaba?


Türkçenin dilbilgisi geçmişe ait bir anımızı anlattığımızda “-mış” veya “-dı” ekini getirerek haberin kaynağı hakkında bilgi vermemizi zorunlu kılar.


“Elif mektubu aldı”

“Elif mektubu almış”


Elif’in mektubu aldığını kendin mi gördün yoksa başkasından mı duydun?


İngilizce konuşan insanlar her şeyi kendileri görmüş gibi mi anlatıyorlar? Ekşisözlük yazarına bakarsak öyle. Ancak tabii ki İngilizce konuşan insanlar da kaynak bilgisi vermeleri gereken durumlar olduğunun farkındalar ve benim mektubu alıp almadığım hakkında durumlar çok şüpheliyse “Elif reportedly got the letter” veya “I heard that Elif got the letter” diyerek olayı başkasından duyduklarını belirtebilirler… Ancak bunun için fazladan sözcükler kullanmaları gerekir. Türkçenin dilbilgisi gereği olarak ise biz bu bilgiyi vermeden cümle kuramıyoruz zaten!


Konuşmayı öğrendiğimizden beri geçmişe dair verdiğimiz her bilgide kaynağın kendimiz mi, yoksa bir başkası mı olduğunu belirtmek durumunda olmamız belleğimizi etkiliyor olabilir mi? Araştırmalara bakarsak yanıt evet. Hem Türkçe konuşan çocuklarla (Öztürk & Papafragou, 2005) hem de yetişkinlerle yapılan (Tosun, Vaid & Geraci, 2013) çalışmalar bizim ilk elden verilen haberleri daha güvenilir bulduğumuzu ve bu tür bilgilerin kaynağını daha iyi hatırladığımızı ortaya koyuyor. “-mış” ile kurulan bir cümle ile haber aldığımızda ise haberin kaynağına olan güvenimiz, dolayısıyla dikkatimiz de düştüğü için bu tür bilginin kaynağını iyi hatırlamıyoruz!


Örneğin Sümeyra Tosun’un ABD’de yürüttüğü araştırmada Türkçe veya İngilizce konuşan monolinguallere (tek dil konuşanlar) ve her iki dili de konuşan bilinguallere aşağıda da bir örneğini görebileceğiniz çeşitli cümleler okutulmuş. İngilizce monolingualler haberin kaynağını hatırlama konusunda cümleler arası bir tercih göstermezken Türkçe monolingualler “-mış” diye kurulan cümlelerde eylemi kimin gerçekleştiğini hatırlayamamışlar.


Sümeyra Tosun’un araştırmasında kullanılan cümlelerden örnek.


Açıkçası dile özgü bu durumun görgü tanığı ifadesi alındığında ne gibi sonuçlar doğurabileceğini düşünmeden duramıyor insan…



Dil ve Konuşma Terapisi Açısından İmplikasyonlar


Sonuç olarak, yazının başlığındaki soruyu yanıtlamak gerekirse: Evet, farklı dilleri konuşan insanlar anadilleri onları farklı şekillerde düşünmeye yönlendirdiği için bazı kavramlara karşı daha hassasiyet geliştirirler. Ancak dil, zihni “kısıtlayan” değil aksine “sınırlarını genişleten” bir özelliğe sahiptir. Guugu Yimithirr konuşan bir kişi Türkçeyi de gayet iyi öğrenip konuşabilir ve Türkçe olarak size “az sağa kaysana” diyebilir. Sağ-sol, ön-arka gibi kavramları mükemmel biçimde anlayabilirler. Türkçe konuşan bir kişi de olayları coğrafi yönlere göre anlatması gerektiğinde bunu yapabilir. Ama anadili Guugu Yimithirr olan kişi ömrü boyunca bu şekilde düşünmesi gerektiğinden her zaman bizden çok daha hızlı bir şekilde yapacaktır. Biz de geçmişe dair bir şey anlattığımızda birinci elden gözlemleyenin kendimiz mi olduğunu yoksa “ikinci el” bir bilgi mi verdiğimizi her zaman belirterek konuşmaya alışkın olduğumuz için başkalarından dinlediğimiz öykülerde bilgi kaynağına karşı daha hassas olabiliriz.


Bu noktada özellikle iki-dilli çocuklarla çalışan dil ve konuşma terapistlerinin ayrıca dikkatli olması gerekli. Çocuk her iki dilde de okuma yazma öğreniyor mu, öğrendiği diller arasında alfabe ve yazı sistemi farklılığı var mı gibi soruları kendimize sormalı ve öyküleme becerileri çalışırken bunları da göz önünde bulundurmalıyız. Okuma yazmayı daha dominant sağdan sola yazarak öğrenmiş bir çocuğun olay kartlarını da bu şekilde sıralaması durumunda “hop bakalım, sondan başladın!” gibi gereksiz bir düzeltme yapmamak önemli olabilir. Yahut iki farklı alfabede de okuma yazma bilen bir çocuk bir dilden diğerine geçiş yaptığında (code-switching) olay sıralamasında da paralel bir geçiş yapmadığında belki de gerekli bilişsel esnekliği gösteremediğinden şüphelenebiliriz.


Yahut monolingual okul öncesi bir çocukla olay sıralaması çalıştığımızda resimli olay kartlarını soldan sağa değil, sağdan sola yaptığında onu düzeltmemiz gerekiyor mu gerçekten diye kendimize sormalıyız belki de. Okul öncesi dönemdeki dil becerilerinin sonraki okur-yazarlık becerilerini etkilediğini biliyoruz. Ancak okur-yazarlık becerilerinin de düşünme şekli üzerinde etkisi olduğunun ve henüz okumayı öğrenmemiş bir çocuğun bunlar hakkında bilgisi olmayabileceğinin farkında olmalıyız. Belki de Türkçede okuma yazmayı henüz öğrenmemiş çocukların sadece yazıların soldan sağa doğru aktığını bilmesi bile olay sıralaması hakkındaki düşüncelerini etkiliyordur, kim bilir.


Umarım kafanızdaki soruları yanıtlamak yerine sizi çok daha fazla soruyla baş başa bırakmışımdır. Eğer diller arası farklılıklar ilginizi çektiyse Guy Deutscher’in Dilin Aynasından isimli kitabını ve yazının içinde çalışmalarına referans verdiğim Lera Boroditsky’nin TED konuşmasını izlemenizi tavsiye ederim. Burada değinmediğim daha pek çok ilginç dil-biliş ilişkisi örneği görebilir, “dil” mevhumuna benim gibi hayran kalabilirsiniz.



 

Kaynaklar

Boroditsky, L. (2011). How language shapes thought. Scientific American, 304(2), 62-65.


Deutscher, G. (2015). Dilin aynasından. İstanbul: Metis Yayıncılık


Fuhrman, O., & Boroditsky, L. (2010). Cross‐cultural differences in mental representations of time: Evidence from an implicit nonlinguistic task. Cognitive Science, 34(8), 1430-1451.


Tosun, S., Vaid, J., & Geraci, L. (2013). Does obligatory linguistic marking of source of evidence affect source memory? A Turkish/English investigation. Journal of Memory and Language, 69(2), 121-134.



582 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page